Tam da Türkiye’ye kesin dönüşe karar vermişlerdi, toparlanıyorlardı. Dosyalar, kitaplar kolilere konmaya başlamıştı. Bir yandan da Antalya’ya yerleşmeye karar verdiler, yavaş yavaş taşınmaya başlamışlardı. Yani kütüphane, çalışma odası büyük ölçüde kolilerdeydi.
Bu arada babam hastalandı, hastaneye yattı. Evdeki hesap çarşıya uymadı, babamı kaybettik. Hastane odasında bir gün “Kitaplarla sen ilgilen Işık!” dedi. Kardeşlerimin de onayı ve desteğiyle başucundaki çekmecede yarım kalan “Eşekli Kütüpheneci”yle işe başladım. O kolay oldu, büyük ölçüde yoluna girmiş dosyaydı, ufak tefek eklemeler çıkarmalar vardı. Roman yayınlandı.
Derken, miktar olarak nerdeyse evin salonunu kaplayan bütün o koliler bana geldi, ben işin ciddiyetini sanki o gün anladım. Nerden başlayayım? Nasıl bir yol izleyeyim? Nasıl korurum? Duyuyorum, “Şunun arşivi açık arttırmada satıldı!” “Bunun arşivi falan müzayedede satılıyor!” Bu duruma düşmek de istemiyorum. Bilgisayardan başlayayım, yavaş yavaş kolilere geçerim. Bu işlerden anlayan oğlumun yardımıyla kasayı çözdük, çünkü babam artık bilgisayar kullanmaya başlamıştı. Tam isabet! Orada basılmış kitapların yanında başka çalışmalar da var. Bir tanesinin adı o an bana iyi geldi, SABIR DAĞI. “Babam ve sabır! Birbirlerini ne güzel tamamlıyorlar!” dedim. Okumaya başladım, yanındaki notları toparladım, kolileri açtıkça ilgilendiren notlar çıktı, ekledim.
Koliler bana geldikten bir süre sonra yolumuz Kenan Kocatürk ve Literatür Yayınları’yla kesişti. Romanlar yeniden yayınlanmaya başladı. Yolları çok güzel oldu. Öyküler kenarda boynu bükük bekliyordu, onları da yola kattık. Artık, “Sabır Dağı” da ortaya çıkmaya hazırdı, başı o çekti.
15 yıl oldu, başka bir aleme göçeli. Az mı çok mu? Zamanı bugünmüş. Yeni bir kitap, yeni bir soluk olsun bize, hepimize. Gülen gözlü, güzel insan Fakir Baykurt! Emeklerine sağlık.