Ören, 15 Haziran 2022
Sevgili Babam,
En iyisi, ben gene mektup yazmaya geri döneyim. Mektuplarımı okudukça “Neler neler anlatıyorsun? Ne güzel anlatıyorsun.” derdin ya. Artık kimse kimseye mektup yazmıyor. Bir yere gidince kart atmayı sürdürüyoruz ama bu hastalıktan sebep bir yere de gidemiyoruz ki. Geçenlerde sana yazdığım eski mektupları buldum, ama neler anlatmışım. Neleri dertlenmişim diye, bazılarına çok güldüm. Bazılarını hatırlayınca da ne yalan söyleyeyim, yine hüzünlendim.
Mektuplarda kendimden havadisler vermişim. Öğrenciyken yazdıklarımda okul, dersler, para durumum, daha sonra yazdıklarımda bolca Taylan, sıkıntılı dönemlerimde sıkıntılarım, eşten dosttan haberler, anlatmışım da anlatmışım. Hadi şimdi gene anlatmaya başlayayım. Bu yaşa gelince artık “Sağlığımız yerinde çok şükür!” deyip geçmişte dertlendiklerimizi sorun etmiyoruz. Ancak ülkece yaşadıklarımız, sanki geçmişte yaşananların tekrarı gibi geliyor. Geçen hafta bir televizyon yayınında katılımcılardan birinin söylediği bir şey aklıma seninle yaşadığımız bir olayı getirdi. Paramız değerini iyice yitirdi, her şeye o kadar zam geldi ki, insanlar artık nereden nasıl kısacaklarını bilemez haldeler. İşte o programda konuşmacı, “Levent’te, plazaların orda, yol kenarında, yol boyunca o kadar çok yürüyen insan görüyorum ki, artık insanlar yol parasından tasarruf etmek için yolun bir kısmını yürüyorlar!” Bunu duyunca göğsüme geldi, bir taş oturdu sanki.
Ben ilkokuldayım. 25. Sokak’taki evdeyiz. Eminim yine senin “Bakanlık Emri”ndeki günlerin. Bakanlık Emri’ni de uzun süre anlamamıştım, iyi bir şey sanıyordum. Çok soğuk bir gün. Annem mutfakta. ”Çok yoruldum Muzaffer, çok da üşüdüm. Gar’a kadar yürüdüm, tabanlarım ağrıyor!” Bu cümlen bugün gibi aklımda. O yaşın bilmişliğiyle lafa karışıp “Neden otobüse binmedin ki? Bekleseydin, binseydin!” türünden bir şeyler söyledim. Nasıl yoruldun yada üşüdüysen yada canın nasıl yandıysa benim sözlerim bardağı taşıran damla oldu sanki. “Ben binmeyi akıl edemedim mi sanki Işık Hanım? Gar’a kadar yürüdüm ki, yol parası bilmem kaç kuruşa düşsün!” Nasıl utandım! Nasıl üzüldüm! Yerin dibine geçtim. Hemen odaya kaçtım, çok ağladım ama. Sonra karşılıklı gönül aldık. O sabah işte o televizyon programında duyduklarım beni işte o güne götürdü. Hayatta olsaydın, sana bu olayı anlatsaydım, muhtemelen, “Hadi ya! Öyle mi dedim? Aman Işık, neler de hatırlıyorsun?” derdin, konuyu kapatırdın…
Yaşamın zorlukları yanında soluklanacak küçük duraklar da buluyoruz. Sarıyer Belediyesi adına öykü yarışması yapıyor.
“Herkesin bir öyküsü var!” diyerek çeşitli dallarda ödüller veriyor. Pandemiden dolayı iki yıl yapılamamıştı. Bu yıl üç yılın ödülü birden verildi. Görmeliydin. İlkokul, orta okul, lise öğrencileri, yetişkinler. Geçen hafta ödül töreni vardı, öyle güzel insanlarla tanıştım ki. Döndüm geldim, beni bekleyen bir paket. İki yıl önce ödül almış bir kadın yazarın kitabı çıkmış, imzalayıp onu göndermiş. Ne güzel bir rastlantı. Hayatta olup da haberin olsa, eminim kitaba önsöz yazardın. Nerden nereye? İzmir Çiğli Belediyesi de “Fakir Baykurt Roman Ödülü” veriyor. Sorma ben de seçici kuruldayım. Başta çok olmazlandım ama sonra kabul ettim. Bir yandan da onun dosyaları elimde. İki yıl bitti, bu yıl üçüncüsü. Valla gördüğün gibi kaç yıl oldu göçüp gideli, yeni nesiller de adını öğrendi, unutulmadın.
Bugün senin doğum günün. 70 yaşında, erkenden göçüp gitmeseydin 93. yaşını kutlayacaktık. Sen yine, duyulsun istemezdin, mahçup olurdun, kendi aramızda yapardık bir şeyler… Neyse, hayat işte…Araya böyle ayrılık girdi. Anneme çok selam söyle. Bizi merak etmeyin, biz iyiyiz…
Işık