Covid hastalığıyla hemhal olalı bir yılı geçti. Geçen yıl bu zamanlar, “Bu iş bir yıldan da uzun sürecek!” dediklerinde hepimiz irkiliyorduk. Bir an önce bitsin gitsin diyorduk. Bu işi bilenler haklı çıktı, biz hâlâ evlerdeyiz.
Hastalık dünyaya yayıldı, ardından ilaç ve aşı çalışmaları başladığını duyduk. Yeni yeni sözcükler öğrendik. Ama çok öncelerden bildiğimiz bir sözcük var ki; onun anlamı yüreğimize, beynimize iyice kazındı: “Hasretlik.” Aynı şehirde oturan evlatlar ana babalarına, kardeşler birbirlerine, eşe dosta uzak kaldı. Ayrı şehirlerde, ülkelerde yaşayanların alışkın olduğu bu duygu, herkesi sardı. Maskelerin ardında, birbirine uzak sohbetler başladı, görüntülü sohbetler yaşamımıza girdi.
Zamanla dünyadan aşı haberleri ardı ardına gelmeye başladı. Çin bir aşı yaptı, ardından Almanya’da yaşayan iki Türk bilim insanının buluşu göğsümüzü kabarttı. Sonrasında da tüm dünyada bir aşı savaşı başladı. Varsıl ülkeler tam anlamıyla, parayı bastırıp aşıyı aldı, vatandaşlarını aşıladı. Parası olmayanlar yine yaya kaldı. Yoksul ülkelere yardım için kurulmuş olan Covax, işlevini yapamadı. Avrupa Birliği ülkeleri ortaya bir “Aşı Pasaportu” terimi attı. Çin’in yaptığı aşıyı bunun dışında saydı. Avrupa Birliği dışında kalan ülkeler de aşı olmayanlara seyahat yasağı koydu.
Bu noktada benim de aklıma babam geldi. Eğer hayatta olsaydı bu süreci nasıl geçirirdi?
Her şeyden önce arayıp da bulamadığı sessiz, sakin bir ortam. Hemen kendine bir “Corona” dosyası açardı. Sonra duyduklarını küçük küçük kağıtlara yazıp burada biriktirirdi. Sonra bu dosyada mutlaka bir Özlem Türeci – Uğur Şahin bölümü olurdu. Kimlermiş? Büyükler nereden, ne zaman gelmişler? Onlar nerelerde okumuş? Ortalık sakinleyince, mutlaka bir görüşme. Eminim bu hastalığın sonunda da bir roman mutlaka olurdu.
Bu yaz’a da böyle girdik. Bu yaz’ın da hanesine ayrılıklar, hasretlikler yazıldı. Evlat Japonya’da, erkek kardeş Almanya’da, kız kardeş başka şehirde, seyahat yasağı var. Aşı oldun olmadın, onu oldun, niye bunu olmadın. Bu yıl da böyle geçecek. Sonra da dedim ki, olsun gönülden ırak olmayalım. 12 Eylül’den sonra babamı, kardeşimi ilk 4,5 yıl sonra gördüm. Sonra yine bir o kadar yıl daha sanki. Biz hasretlere alışkınız. Evladı görmeyeli olmuş, 2 yıl, erkek kardeş olmuş 3 yıl. Kız kardeşle her hafta görüşürken onunla bile olmuş, dokuz ay… Ne gam, görüntülü görüşme sağ olsun. Annem derdi, “Bu telefonu icat eden, nur içinde yatsın!” Ya görüntülü görüşmeyi icat eden?
Bugün 15 Haziran. Babamın 92. doğum günü. Artan “hasret”likle çok yaşa Fakir Baykurt, sevgili babam…