Olkan ÖZYURT 15 Ocak 2015 tarihli Sabah Kitap Eki A’dan Z’ye dosyasında Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’den sonra bu ay Fakir Baykurt’u konuk etti. Görmeyenler ve okumayanlar için dosyayı buraya alıntılıyoruz. İzin için Olkan ÖZYURT’a bir kez daha teşekkür ediyoruz.
“Eserlerinde kırsal kesimdeki Anadolu insanının gözünden, dilinden dertlerini anlattı. Köy Enstitülü yazarlar arasında hep ön plandaydı. Bugün kitapları edebiyatımızın klasikleri arasında yer alıyor. Fakir Baykurt’un kitapları yeniden yayımlanıyor. Önce romanları gelmişti şimdi de öyküleri..Üstelik içlerinde ilk kez gün yüzüne çıkanlar da var.”
ALMANYA: Fakir Baykurt uzun yıllar Almanya’da yaşamak zorunda kalan yazarlardan. Neden Almanya’ya gittiğini kendi ağzından okuyalım. “Nasıl göçtüğüm karmaşık bir konudur. Almanya’ya göçmemin görünen görünmeye iki nedeni var. Biri can güvenliğimin yok olması. İkincisi de 1963’te, Almanya’da bir hafta aralarında kaldığım göçmen işçilerimizin yaşamını daha yakından gözleme isteği. Aralarına katılıp biraz yaşayacaktım. Olmadı; Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) başkanı seçildim. Sonra pasaport vermediler. Ancak Nisan 1979’da çıkabildim. Bu kez de dönüş yolları kalmadı. Ben 1971’in 12 Mart’ında iki kez gözaltına alındım. Yargılanmam dört buçuk yıl sürdü. Sonunda aklandım. Ama yattığım yanıma kâr kaldı. Almanya’da yazınsal inceleme ve çalışmalarımı sürdürürken, şimdi Marmaris’te resim boyayan generalle arkadaşları 12 Eylül 1980’de darbe yaptılar. Dönsem tutuklanacağım. İçimde yazınsal sevdası olan insanlar için cezaevleri uygun yerler değildir. Döneni içeri atıyor dönmeyeni yurttaşlıktan çıkarıyordu. Ben çıkarılmadım, belki ünümden çekinildi. Bu koşullar yüzünden dışarıda kalışım uzadı. Yazılarımı, kitaplarımı orada yazdım. Burada yitirdiğim öğretmenliği orada sürdürdüm.”
BİR UZUN YOL: Yazın hayatına şiirle başlayan Fakir Baykurt, yıllar sonra dergilerde kalan şiirlerini ve yeni yazdıklarını 60 yaşında Bir Uzun Yol adlı kitapta topladı. 71 şiirinin yer aldığı kitap 1989’da yayımladı. Baykurt “İyi bir şiirin yazılabilmesi için yüzlerce kötü şiirin yazılması gerektiği söylenir. Şiir çabalarım iyi şiirler yazılmasına katkı olabilir en az. Bu da yeter bana” diyerek şiir konusunda alçakgönüllü bir tavır takınsa da Ceyhun Atuf Kansu, Baykurt’un şiirleriyle ilgili şöyle diyecektir: “1950’li yıllarda Fakir Baykurt’un Demokrasi adlı şiirini okumuştum. Bu şiir karşısında duyduğum saygıyı, pek az şiir karşısında duymuşumdur. Ozan dille, düşünceyle ve şiirle bir dağı kaldırıyordu yerinden”
ÇEVİRİ: Fakir Baykurt eserleriyle Türkiye sınırlarını aşan yazarlarımız arasında. Pek çok kitabı Almanca, Fransızca, Hollandaca, Bulgarca ve Gürcüceye çevrildi. En çok çevrilen eserleri ise Onuncu Köy, Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği, Gece Vardiyası, Kara Ahmet Destanı, Keklik ve Bir Uzun Yol.
DUISBURG ÜÇLEMESİ: Almanya’da kaldığı sürede bu ülkedeki Türk işçileri ve yaşayışlarını yakından gözlemleyen yazar, onların sorunlarını Yarım Ekmek, Koca Ren ve Yüksek Fırınlar romanlarından oluşan Duisburg üçlemesine konu eder. Baykurt bu romanlarında ‘iki kimlik arasında sıkışıp kaldığı için yeni bir kimlik arayışına girmiş, hatta kimlik kaybına uğramış Türk insanının sorunlarını, farklı kültüre uyum sağlamak için gösterilen çabaları, kuşak farklılıklarını çarpıcı bir biçimde anlatır.’
EĞİTİMCİ: Gönen Köy Enstitüsü’nün ilk yılında idealist bir öğretmen olmak için de kendi kendine söz verir, “Değişik bambaşka bir öğretmen olacağım, içimdeki aslanlar bana güç verecek. Gideceğim köydeki geriliği, yoksulluğu yere sereceğim. Kahvede oturup oyuna dalmayacağım. Köy çocuklarını kız-erkek ayırmadan okutacağım. Halkı aydınlatacağım” der. Mezun olduktan sonra yazar, 1953’e kadar Burdur’un köylerinde öğretmenlik yapar. Sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nde okur ve Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmeni olarak mesleğini icra eder. Birçok soruşturma geçirir. Yılanların Öcü romanı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açığa alınır. (Ayrıntılar Yılanların Öcü maddesinde) 1960 sonrası ise ilkokul müfettişi olarak atanır. Baykurt daha sonra Almanya’da yaşadığı yıllarda öğretmenliğe geri döner.
FESLEĞEN KOKULUM: Yazar yazın dünyasına şiirle adım atar. İlk yayımlanan şiiri de Fesleğen Kokulum adını taşır. Garip akımının etkisindeki bu şiiri 1945’te Eskişehir’de yayımlanan Türke Doğru dergisinde basılır.
GÖNEN KÖY ENSTİTÜSÜ: Baykurt, okumayı yoksulluktan kurtulmak için bir çıkış yolu olarak görür ve aksamalı olarak ilkokulu bitirdikten sonra 1943’te Gönen Köy Enstitüsü’ne girer. İki binalı bu enstitünün üçüncü binasını elleriyle yapan öğrencilerden biridir. Burada edebiyat ve yazın dünyasıyla halvet olur. Okulun kütüphanesinde bol bol zaman geçirir. Bir süre sonra kütüphane sorumlusu olur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Maksim Gorki, Panait Istrati gibi yazarların eserlerinden etkilenir. Okumayı o kadar sever ki, enstitüde elbise diken arkadaşlarına, cep bölümünü kitapların girebileceği büyüklükte dikmesi için ricacı olur.
HAYAT: “Anadolu’da yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış köylerin birinden, Burdur’a bağlı Yeşilova ilçesinin Akçaköy’ündenim. Ailem anlatılamayacak derecede yoksuldu. Anam babam okuma yazma bilmiyordu. Evimizde bir tek kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsü’nde eğitti, öğretmen yaptı; elime kalem verdi, yurdun yazarları arasına kattı. Benden ve yazdıklarımdan yalnızca halk düşmanları hoşlanmadı. Kalemimi halktan yana kullandığım için bu kimselerin hışmına uğradım. Karalandım, suçlandım. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Ama ‘Onuncu Köy’ler de var. Cezaevlerine düştüm, uzun uzun yargılandım; hepsinin sonunda beraat ettim. ‘Ben bu dünyada çok çile çektim de, şöyle iyi bir gün görmedim, sanırdım hep. Yanıldığımı, öz yaşamımı yazıp bitirince anladım. Meğer güzel bir yaşamım varmış. Büyük atılımlar, aşamalar yapmışım, önemli işlere girip çıkmışım. Ve ne çok dostum olmuş birbirinden iyi, güzel…”
IRAZCA ANA: Yılanların Öcü ve Irazca’nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı‘ndan oluşan Irazca üçlemesinin efsanevi kahramanı. Hasan Ali Yücel’e göre Irazca Ana ‘Türk köylüsünü madde ve ruhça sömürenlere karşı verilen savaşta bütün Türklerin anasıdır. Oğlu, kuvvetliler tarafından yapılmış baskılar karşısında ezilip sussa da Irazca Ana dimdiktir. Teslim olmaz, boyun eğmez ve dövüşür’
JÜBİLE: Yazarın hasta yatağında son düzeltmelerini yaptığı jübile kitabı Eşekli Kütüphaneci‘dir. Ürgüp’te yaşamış olan ve eşeğine yüklediği kitapları köy köy dolaşıp insanlara ulaştıran seyyar kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’den ilham alan Baykurt, Anadolu insanının kitapla, okumayla ilişkisini, klasik anlatımının tüm olanaklarından yararlanarak, sevgi, kardeşlik, azim, cesaret hikayesiyle harmanlayarak anlatır. Roman ölümünden sonra yayımlanır.
KAPLUMBAĞALAR: Baykurt’un en bilinen romanlarından biridir. Yazara göre roman ‘Her tür teknik ve elektronik araçların büyük gelişmeler gösterdiği ve üretkenliğin alabildiğine artığı bu dünyada, yiyeceği, yılık zahireyi yanıp kül olmuş topraklardan parmaklarıyla toplamaya çalışan ve varlığını sürdürebilmek için istekle üreten Türk köylüsünün hayatından bir kesittir.’ Romanda Ankara’ya 100 kilometre uzaklıktaki çorak Tozak Köyü’nde yoksul, cana yakın köylülerin elbirliği ile bir üzüm bağı yetiştirme çabaları ve devletin bu bağa el koyması anlatılır. 100 Temel Eser arasında yer alan kitap Tunç Okan tarafından Umut Üzümleri adıyla sinemaya da uyarlanmıştı.
LONDRA: Yazar dünyanın önemli şehirlerini çeşitli vesilelerle gezme fırsatı da bulur. Bu geziler özellikle Almanya’da yaşadığı 1979 sonrasında yoğunlaşır. 1987’de Londra’ya gider. Ama 1983’te oğlu Tonguç’la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad’a gider. Yasna’ya Poliana’ya giderek Tolstoy’un yurtluğunu ziyaret eder. 1989’daki Moskova gezisindeyse Nazım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır. 1992’de Çin’i ziyaret eder. 1993 ise Avustralya’ya gider. Gezi izlenimlerini Dünyanın Öte Ucu adıyla kitaplaştırır.
METİN ERKSAN: Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü’nü ilk defa usta yönetmen Metin Erksan sinemaya uyarlar. Ama tıpkı kitap gibi filmin başına gelenler de unutulacak gibi değildir. Film yasaklanır. Ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in emriyle sansürden kurtulur. Bu bilinen hikaye. Bilinmeyense Gürsel’in emrine rağmen sansür kurulunun filmi yasaklı ilan etmeye devam etmesi üzerine, dönemin milletvekilleri İbrahim Saffet ile Sabit Kocabeyoğlu’nun, TBMM’de filmle ilginç bir önerge vermeleri. Önergenin kabaca içeriği şöyle: Meclise perde kurulsun, Yılanların Öcü oynatılsın, vekiller filmi izleyip sansürlenip sansürlenmeyeceğine karar versin. Tuhaf olan, bu önerge kabul edilir. Tam meclise perde kurulacakken, Gürsel bir kez daha duruma el koyup filmi serbest bıraktırır. Böylece bir siyasi skandalın da önüne geçilir.
NOT TUTMA: Fakir Baykurt gözlem gücü yüksek yazarlardan. Hayatının her aşamasında not tutması da bu yüzden. “Ben günlük tutmam ama not tutarım. Bir sürü gereci, ayrıntıyı; çağrışım, gözlem, dinleme, duyma yoluyla ufak ufak kağıtlara yazar biriktiririm. Biçim ararım… Bazı arkadaşlar bir tür kahramansılıkla, hiç not almadıklarını söylerler. Ama ‘alim unutmuş, kalem unutmamış!’ demezler mi? Özenle not alırım ben. Alır, zaman zaman okurum onları. Yazmaya başlamadan kim bilir kaç kez elden geçiririm… Nedeni şudur: İyice sinsin kafama; çok iyi yoğurabileyim! Yazarken bakmam notlara. Yazma evresine geldiğimde çok aşmış olurum bunları. Bu okumalar, yapının kurulması, kişilerin doğması, kişiler arası ilişkilerin düzenlenmesi, romanın ‘mesaj’ının, hatta ilk cümlesinin, son cümlesinin belirlenmesi sırasında işe yarar.”
ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI: Orhan Kemal, Fakirt Baykurt için önemli isimlerden biri. Baykurt’un Yılanların Öcü ile aldığı Yunus Nadi Ödülü’nde Kemal jüri üyelerinden biridir. Bu ödül Baykurt’un ilk romanıyla dikkat çekmesini sağlar. Yıllar sonra Baykurt Kara Ahmet Destanı romanıyla Orhan Kemal Roman Armağanı’nı (1978) kazanır. Baykurt, bu ödül dışında da birçok önemli ödüle değer görülür. Tırpan ile hem Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’ne (1971) hem de TRT Sanat Ödülleri’ni kazanır. Can Parası Sait Faik Hikaye Armağanı’nı (1974) alır. Yazar, Barış Çöreği ile Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü’nü (1984), Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği (BDI) Yazın Ödülü’nü (1985) kazanır. Yarım Ekmek ile Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü (1997) alan yazara, Yaşam Radyo (1998) ile Pir Sultan Abdal Derneği de (1999) Onur Ödülü verir.
PANKREAS: Fakir Baykurt, 1999’da pankreas kanseri nedeniyle tedavi gördüğü Almanya’nın Essen kentinde yaşamını yitirir. İstanbul’a getirilen yazar Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilir.
ROMANLARI: Fakir Baykurt, edebiyatımızda ‘köy romanı’ yazarı olarak nitelendirilse de buna haklı olarak karşı çıkar, “Ben edebiyatta yaşamı öne aldığım için amacım köy romanı değil, köydeki yaşamın romanını yazmaktı” der. Feridun Andaç yazdıklarıyla kırsal kesim insanının yaşamdaki örtülerini kaldırıp attığını böylece tanıklık ettiği gerçekleri yazınımıza aktardığını belirtir. Ama bunu yaparken edebiyatı es geçmez. Tahsin Yücel bunun için Fakir Baykut’un iyi bir anlatı ustası olduğunu imler. A. Ömer Türkeş ise “Okumayabilirsiniz, anlatılan mekanlar sizin kentli yaşantınıza uygun düşmeyebilir ya da kaçmak istediğiniz gerçeklerin çıplaklığı vicdanlarınızda gedikler açabilir. Sanat ve edebiyatla ilgili ürünlerde ne yoksul köylüleri ne varoşlardaki insanları ne de Güneydoğu’da yaşanan acıları görmek, duymak, düşünmek istemeyebilirsiniz. Ne var ki gerçekliği değiştirmek gelmez elinizden; bugün her biri bir tarihsel/toplumsal belge niteliği taşıyan Fakir Baykurt külliyatı, sizin hikayeniz, sizin aynanızdır; aynaya yansıyan suretinizi değiştiremezsiniz!” der.
SABIR DAĞI: Literatür Yayıncılık son yıllarda Fakir Baykurt’un eserlerini yeniden yayımlamaya başladı. Önce romanları çıktı yayınevinden. Şimdi de öyküleri yayımlanıyor. Efendilik Savaşı, Anadolu Garajı, Çilli, Karın Ağrısı, Cüce yayımlanan öykü kitapları arasında. Bu süreçte kızı Işık Baykurt babasının çalışma notlarında daha önce yayımlanmamış öykülere denk geldi. On Binlerce Kağnı‘nın devamı niteliğindeki bu öyküler Sabır Dağı adıyla okur karşısına çıktı. Literatür Yayıncılık önümüzdeki günlerde yazarın Dünya Güzeli, Saka Kuşları, Sakarca adlı çocuk kitaplarını ve Gece Vardiyası, Barış Çöreği, Duisburg Treni, Bizim İnce Kızlar, Telli Yol, Kale Kale ve Kerem ile Aslı adlı öykü kitaplarını da yayımlayacak.
TAHİR: 1929’da doğan yazara babası, ‘götürüldüğü savaşta vurulup ölen’ amcasının ismi olan Tahir’i koyar. Lakin yazar ismini değiştirir. Hikayesini kızı Işık Baykurt’tan dinleyelim: “Gönen Köy Enstitüsü’nde öğrencilik yıllarında şiir yazıyor. Halk ozanlarının şiirlerini çok seviyor. Hepsinin birer takma adı var. Kendi adı Tahir Baykurt. Çok resmi buluyor, kendine bir takma ad arıyor. O arada bir de askerlik dersi öğretmeniyle bir tartışması var. Adının anlamını sorup sonrasında biraz dalga geçiyor. Bu olay sonrasında iyice karar veriyor, başka ad bulacak. Gönen’de bir de fotoğraf makinesi var, arkadaşlarının resimlerini çekiyor, onları ilçeye baskıya yolluyor. Bir seferinde resimler postada kayboluyor. Fotoğrafçı parasını istiyor, babam resimlerin peşinde, resimler ortada yok, parayı nasıl ödesin? PTT ile yazışmalar sonucu her iki tarafın zararı karşılanıyor. Bu yazışmalarda gelen telgraflardan birinde ‘Fakir Baykurt’un resimleri’ yazıyor. PTT’nin yaptığı yanlışlık babama yarıyor, Fakir Baykurt adı oluyor.”
ULUCANLAR CEZAEVİ: Baykurt iyi bir yazar olmanın yanı sıra iyi bir eğitimcidir de aynı zamanda. Öğretmenlerin sendikal mücadelesinde de başı çeker. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kurucuları arasındadır. 12 Mart sürecinde başkanı olduğu TÖS kapatılır ve yöneticisi olarak arkadaşlarıyla askeri mahkemede yargılanır. Askeri savcı, Fakir Baykurt ve yönetici arkadaşları için 27 yıla varan cezalar ister. Sonunda 2 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Baykurt’ a 8 yıl, 10 ay, 20 gün ağır hapis cezası verir. Dava Askeri Yargıtay’a gider. Yargıtay kararı bozar. Baykurt da bu süreçte birçok cezaevinde kalır. Bunlardan biri de Ulucanlar Cezaevi’dir. İçerdeki Oğul kitabı ‘içerdeki’ tanıklıklarından yola çıkarak yazdıkları öykülerden oluşur.
VARSIL: Zengin yerine varsıl kelimesini ilk olarak Baykurt kullanır. Hikayesini de şöyle anlatır: “Bakın ben aklıma, gönlüme uygun bir tek sözcük yaptım, o da varsıl’dır. Bir arkadaşım vardı; kızı annesinden çay isteyeceği zaman ‘çaysadım!’ derdi. Susadım demiyor muyuz; onun gibi. Tırpan‘ı yazarken, yoksul karşıtına ille zengin mi diyeceğim, “varsıl” geldi kalemime; hemen öyle yazdım. Sonra baktım, başka arkadaşlar da kullanıyor.”
YILANLARIN ÖCÜ: Yazarın 28 yaşında yazdığı ilk romanıdır. Yılanların Öcü’ne, 1958’de Halide Edib Adıvar, Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Haldun Taner’in de aralarında bulunduğu Seçiciler Kurulu Yunus Nadi Ödülü’nü verir. Roman daha sonra Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir. Ama dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin talimatıyla Baykurt ve gazete hakkında soruşturma açılır. Savcı takipsizlik kararı verse de Bakan İleri’nin “Yılanların Öcü romanını yazan kişinin Türk çocuklarına mürebbilik yapamayacağını” söylemesiyle öğretmenliği elinden alınır. Fakat roman 1961’de Ergin Orbey tarafından Devlet Tiyatroları’nda sahnelenir. 1962’de Metin Erksan, 1985’te Şerif Gören tarafından sinemaya uyarlanır. 2014’te ise dizi olarak yayınlanır. Kitap bugün Türkiye’deki köy gerçeğini, insanını en iyi anlatan romanlardan ve edebiyatımızın klasiklerinden kabul ediliyor.
ZAMAN: Fakir Baykurt bu dünyadan göçeli 15 yıl oldu. Geçen bu süre gösterdi ki Baykurt zamanın ötesine geçen yazarlardan biri. Kitaplarının hâlâ okunmasının ötesinde zamanın onu haklı çıkaran yönleri de var. Mesela yıllar önce bir milli eğitim bakanı yazdıkları nedeniyle onu görevinden alırken değişen Türkiye’de artık aynı bakanlık bugün onun eserlerini öğrencilere tavsiye ediyor.
Sevgili Fakir Baykurt’la, güzel insan Ağabeyimle TÖS Genel Başkanı iken 1968’de tanışma mutluluğuna eriştim. Henüz üçüncü yılına giren çiçeği burnunda Gaziantep Fevzipaşa Ortaokulunda Türkçe öğretmeni iken, bir haber: “TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt sürgün yedi.” Adı geçen okul öğretmeni olduğum okuldu. Sürgün için üzülmüş, geleceği yer çalıştığım okul olduğu için sevinmiştim, İslahiye ve Fevzipaşa’daki tüm TÖS’lü öğretmenler de benim gibi sevinmişlerdi. Ancak ciddi bir sorun vardı: AP’liler ve İslahiye ve Fevzipaşa’nın ağaları, “Başkominist buraya giremez” diye kampanya başlatmışlardı. Biz TÖS’lü öğretmenler, doğal olarak da CHP’liler karşı örgütlenme yaptık. Genel Başkanımız koruma altında Fevzipaşa’ya girdi ve TDDY’de bir işçi ailesini Bekir Ağabaey’in evine, Hareket Müfettişi sevgili Cengiz Öz’ün yiğitliğiyle, yerleştirildi. Ev sahibi Bekir’in eşi Güllü Teyze, sıcak, candan, gözüpek bir kadındı. Okul yüzü görmemiş ama zeki, o yörenin tüm deyişlerini diline doğaçlama yansıtıveren “Güllü Ana’mız Fakir’i bağrına bastı ve Fakir’in adını “FUKARA” koydu. Fakir Bey, Güllü Ana’nın “Gel benim Fukaram” deyişine, o güzel gülüşüyle bayılırdı. Fakir Ağabey’le 1969 “Şanlı Dört Günlük Öğretmen Boykotu”na kadar birlikte acılı, sevinçli, dirençli, anlamlı çok güzel günler geçirdik. Boykotu yönetmek için Ankara’ya gitti, ardından 12 Mart faşist baskılar ve derken Almanya… Bir daha buluşmak kısmet olmadı.( “SOLA DÖNÜŞ YOK MU?…” ve “CHP “YENİ” OLDU MU?…” kitaplarımdan sonra 3. kitabın ANILAR olacak. Orada, Sevgili Fakir Baykurt’la buluşmamız, iki yıllık birliktelik, önemli olaylar…yer alacak.)
Tüm Fakir Ailesine, Köy Enstitülülere ve sevenlerine sevgiler. Evet, adı Fakir ama edebiyatı ve gönlü zengindi. Hep gülen gözleriyle yanıbaşımda duruyor. Işıklar içinde olsun.
Bilgileriniz için teşekkür ederim.Yalnız anlıyamadığım ama çok merak ettiğim bir şey: Fakir Baykurt’un ‘Sınırdaki Ölü’ kitabında ‘Sürgündeki Öğretmen’ başlığını taşıyan güzel ve buruk bir öyküsü var.Orada adı geçen Şeyhülharap köyü(Kuğulu köyü’ne komşu köy) neresi oluyor ki ? Yoksa böyle bir köy yok mu? İnternette böyle bir köy yok.. Yanıt verirseniz mutlu olurum..