Canımız canyoldaşımız Fakir Baykurt’u; o güzel insanı, bu yıl da tüm sevgimizle, özlemimizle ve kendi kaleminden bir yazıyla anıyoruz.
HER KOŞULDA YAZABİLMEK
Kapitalizmin üstümüze çöken ağırlığı altında, yeterince ünlü olmayan gençlerin başarılı ürün veremeyeceği kanısına saplanmak doğru değildir. Yazar olacak, yada olmuş insana gönlünce çalışacağı koşullar her yerde her zaman verilmiyor. Kalem, çok eski zamanlardan beri savaşım aracıdır. Yazmak savaşımdır. Bütün savaşımlar gibi zordur. Çok rizikoludur. Kapatıldığı zindanda nerdeyse çeyrek yüzyıldr yatan Nelson Mandela’yı düşünün. Sanatçının yaşamıyla yapıtları arasındaki ilişki kesin. Politik düşüncelerinden, çalışmalarından ötürü değil sadece, aynı zamanda şiirlerinden ötürü yatıyor Mandela.
Nazım Hikmet de öyle değil mi? Kırk bir yaşında başı taşlarla ezilen Sabahattin Ali de yapıtları yüzünden uğradı bu acı sona. Yılmaz Güney yapıtları yüzünden erkenden gurbetlerde noktaladı yaşamını.
Namık Kemal, Osmanlının saltanatını sarsan o şiirleri, o alabildiğine etkili tiyatro yapıtını yazmasaydı, ne sürgünlere yollanır, ne de zindanlara atılırıd. Nesimi’nin, Pir Sultan’ın çilesi de yapıtları yüzündendi daha çok.
Örnekler, örnekler; örnekler pek çok..
Gene Afrika’dan, Kenyalı bir çağdaşımız, romancı, adı biraz zor yazılan “Ngugi Wa Thiong’o”, kapatıldığı cezaevinde romanını tuvalet kağıdına yazmak zorunda kaldı, ama yazdı.
Şairlerin, yazarların zorluklarla kuşatılması olayı, eskilere, eski söylencelere kadar uzanır. Trakyalı Orfeus, şiirleri ve şarkılarıyla tanrılarda huzur bırakmadığı için, bütün çağlara öğrence olacak biçimde cezalandırıldı: Vücudunu kesip biçip birbirinden uzak yerlere attılar parçalarını. Ama o şarkılarını, şiirlerini söylemeyi sürdürdü gene.
Yeni zamanlarda ise, söylencelerde geçenlerden beter cefalar uygulanıyor: Resul Hamzatov’un “Benim Dağıstanım” adlı güzel yapıtında anlattığına göre yöneticiler, şiir söylemesin, şarkı söylemesin diye bir ozanı ağzını dikerek cezalandırmışlar, ama o söylemiş gene de…
Zorluklar sadece azgınlaşmış, faşistleşmiş kapitalizm çağında değil, her zaman var yazarların hası için. Madem var, onlar da yazacaktır.
Kim bunlar? Elini kolunu, gözlerini, dilini, dudaklarını, bütün gençlik yıllarını, hatta erkenden yaşamını vermeyi göze alabilenler yazar oluyor, şair oluyor. Onlar daha ilk adımlarda öğreniyorlar yazmanın, söylemenin egemenlere karşı savaşım olduğunu. Saflarını seçiyorlar, saflarının zorluklarına, çilesine göğüs geriyorlar.
Gerçi kimi de bizim Yahya Kemal gibi balla börekle besleniyor, elçiliklere, milletvekiliklerine kayrılıyor. Yıllarını dolgun maaşla, dolgun emeklilikle en güzel şehirde, en lüks otelde geçiriyor. Bunlar düzenle uyuşuk olanlardır. Bunlar da bir bölümdür.
Halk arasında yaygındır. Şair olmak için, yazar olmak için insanda yetenek olmalıdır. Yetenek sözüne ne anlam verdiğimize bağlı. Bence şair olacak, yazar olacak insanda çileye dayanma yeteneği olacak en başta, zorluklar içinde yaratıp yazabilme yeteneği olacak. Ancak kendinde bu yetenek olanlar yaratıp yazmayı her koşulda sürdürebilirler.
Sorunun başka bir boyutu daha var. Dönemden, düzenden; Tanrılardan, sultanlardan baskı olmasa, kıyım gelmese de zordur yazmak. İş olarak zordur. Sözcükler, sözlükte yazılı durumlarıyla nedir ki? Cansız birer taş parçası, çakıl… Gerçek yazar, gerçek şair, bunlardan birkaçını bir araya getirip, yüzyılı, hatta yüzyılları dolduran anlamlar tutuşturur. Buna ama sonsuz, sınırsız sabır gerekir. Sözcüklerle uğraşmanın zorluklarını da düşünerek yazmanın bir “Cehennem” olduğunu söylemişlerdir. İnsanlara sonsuz cenneti açabilmek için mutlaka geçilmesi gereken bir cehennem.
Genç adam bu görevi nasıl başarır?
Bu soru önünde pek çoğumuz gibi ben de gülerek, gülümseyerek duruyorum. Bunun bir reçetesi yok ne yazık! Yukarda saydıklarıma benzer binlerce örneği var. Örneklerine bakmak gerekir.
Duisburg, 7.1.1987