1999 yılı Ekim ayının ilk günü. Artık işlerin kötüye gidip geri dönüşün olmadığını anladığımızda babamızı son kez görmek istedik. Doktorları Alman Konsolosluğu’na hitaben, içinde “İnsani gerekçeler, evlatlarıyla son kez görüşme” gibi açıklamalar olan bir rapor yazdılar. Rapor elimize geçer geçmez kız kardeşim Sönmez’le birlikte hemen konsolosluğa gittik. Neredeyse yarım saat içinde vizemiz hazırdı. Ertesi gün sabah uçağıyla yolboyu “Allah’ım inşallah yetişiriz. Onunla konuşabiliriz.” diye dua ede ede Almanya’ya gittik. Babamın arkadaşları bizi havaalanından aldılar, doğrudan hastaneye babamın yanına gittik.
Karşısında bizi görünce, “Oooo Muzaffer Hanım, hemen telefon zinciri kurulmuş. ‘Babanız çok hasta, yetişin!’ denmiş. Siz de koştunuz geldiniz tabii!” dedi, anneme sitem etti. Ne yalan söyleyeyim, babamın bu sitemine çok sevindim. “Demek iyi ki, bu kadar ayrıntılı düşünüyor.” dedim. Sarıldık, öpüştük. Ayrılalı çok olmamıştı, Ağustos sonu İstanbul’dan yolcu etmiştik. Biraz sohbet ettik, sonra uyudu.
Uyanınca beni yanına çağırdı. “Kara Kızım, şu duvardaki resmi düzelt! Çarpık duruyor.” dedi. Karşısında boş bir duvar vardı, şaşırdım. “Orada resim mi var?” dedim. “Görmüyor musun? Kim dokunduysa eğriltmiş!” dedi. İçimden “Eyvah eyvah, durum kötü galiba diye geçirip, “Peki!” dedim. “Eline sağlık, şimdi oldu!” dedi. Biz bir süre o duvarı sözde düzenledik. Resmi tekrar tekrar düzelttim, sonra o resmi kaldırdım, kütüphaneyi oraya taşıdım, kitapları yerleştirdim, kitaplar arttı, arttı diye biraz eksilttim, boşalan rafların hesabını verdim… Sonunda yoruldu herhalde, “Işık, bu kütüphaneyi buradan kaldıralım çok kalabalık!” dedi, kaldırdık. Sonra gene uyudu.
Uyandı, beni gördü, “Hah iyi, buradasın.” dedi. Sohbete başladık. “Işık, buraya Türk-Yunan dostluğunun resmini asacağız.” dedi. “Haydaa, o nereden çıktı?” dedim. Başladı resmi anlatmaya:
“Bak şimdi, karşılıklı iki tepe var. O tepelerde biri yuvarlak, diğeri uzun iki ağaç var. Bu ağaçların üzerinden birbirine doğru havalanan kuş sürüleri…” “Eee!” dedim. “Bu kuş sürüleri yukarıda bir yerde buluşacaklar. İşte, işte sana Türk-Yunan dostluğu!”
Okumaya devam et